24 Ağustos 2007 Cuma

Avril Lavigne


Son dönemde en iyi çıkış yapan genç şarkıcılardan biri olan Avril Lavigne, kaliteli şarkıları, güzel sesi, boynundan eksik etmediği kravatı, kısa paçalı pantolonları ve çizgili çoraplarıyla kendine özel bir tarzı olan, "Britney Spears gibi olabilirdim ama ben, dış görünüşümü değil müziğimi satmak istiyorum" diyerek genç yaşta ünlü olmanın şımarıklığından da sıyrılmayı başarmış gibi görünen şirin bir Kanadalı...

Avril, Kanada’nın beşbin nüfuslu Napanee kasabasında, bir ev hanımının ve telefon firmasında çalışan bir babanın ortanca kızı olarak dünyaya geldi. Annesinin "her zaman ilgi odağı olmak isteyen bir çocuktu" diyerek özetlediği okul öncesi döneminde; yatağının üzerini sahne olarak hayal eden, çevresinde binlerce izleyeni varmışcasına havaya girip şarkılar söyleyen, zıplayarak konserler veren bu şirin genç kız, müzik dünyasına gerçek anlamda ilk adımını kilisede söylediği şarkılarla attı... Ardından küçük fuar alanlarındaçocuk parçaları seslendiren ve gerçek bir müzik tutkunu olan Avril, ’müziği meslek olarak seçmesini’ "yapmak zorunda olduğu iş" olarak açıklıyor.

Avril, şarkı yazmaya, ilk gitarını aldığı gün başlamış. "Dışarıdan eve her geldiğimde gitarımı elime alır, o gün başımdan geçenlerle ilgili sözler yazarım. İnsanların ne düşündüğü beni pek ilgilendirmiyor. Çünkü onlar benim hissettiklerim, benim sözcüklerim" diyor küçük kız... Belki de onu farklı kılan bu... Avril, kendisi gibi olmak ve ’istediği şeyi üretmek’ dışında birşeyin gerçekliğine inanmıyor. İlk fotoğraf çekimini anımsarken de bunu doğrulayan şeyler söylüyor; "İlk çekimde beni çok çekici ve alımlı göstermek istediklerini söylediler... Oysa ben doğal olmak, kendim gibi görünmek istiyorum." Henüz 17 yaşında müzik piyasasını yerinden oynatan, peşisıra klipler çekebilecek olanağa sahip yapımcılarla çalışan Avril, bu olgun davranışlarıyla gerçekten övgüyü hak ediyor.

Avril Lavigne, bir radyonun düzenlediği yarışmayı kazanarak Ontario’ya gitmeye ve efsane isim Shania Twain ile yan yana şarkı söylemeye hak kazandı. Bu, onun için oldukça önemli bir olaydı.. Belki de müzik piyasasına atılan adımların temelini oluşturuyordu. Üst üste gelen başarılar, Avril’ın, Napanee’deki okuluna bir süre daha devam etmesine engel olmadı. Asıl sıkıntısı, eğitimin içeriğiydi... Okulun "insan zekasını ölçüp geliştirmeye yetmediği" kanısında olan genç kız, eğitimini yarıda bıraktı ve müziğe ağırlık verdi.

Bir süre sonra çıktığı New York seyahatinde, sesi ve yeteneğiyle yapımcı Antonio Reid’in dikkatini çekti ve genç kız, Arista Kayıt Şirketi’yle sözleşme imzaladı. (Aslında bu yaklaşım, genç şarkıcının pek hoşuna gitmiyor; "Reid’in beni keşfettiği doğru değil, ben kendimi keşfettim" diyor.)

Daha sonra Manhattan’a taşınarak albümünün hazırlığına başlayan Avril için ilk çalışmalar oldukça sıkıntılıydı. Oldukça önemli, tecrübeli isimlerle bir arada olan genç şarkıcı, başka söz yazarlarının kendisi için şarkı yazması fikrine karşı geldi. "Ben kendi müziğimi, kendi sözlerimle yapmalıydım" diyordu... Stresli görüşmelerin ve uykusuz birkaç gecenin ardından Los Angeles’ta beyaz bir sayfa açtı. Burada, yapımcı ve söz yazarı Clif Magness ile bir araya geldi. Avril’a göre Magness; tam kendisine uygun, şarkıcının özgürlüğüne ve özgünlüğüne destek veren eşi bulunmaz biriydi. Böylesine güzel başlayan bir işbirliğinin başarıyı getirmesi tesadüf olmayacaktı.

Keyifli ve özenli bir çalışmanın ürünü olan ve tüm şarkılarının sözlerini Avril’ın yazdığı "Let Go" albümü, 4 Haziran 2002’de piyasaya sunuldu. Büyük ilgi gören ve kısa sürede müzik listelerinde üst sıraları zorlayan albüm, video klipleriyle de güncelliğini koruyor. Avril, çıkış parçası olan ’Complicated’ için, "Özel biri için yazmadım. Hayatla, ilişkilerle ve aldatılan insanlarla ilgili bir şarkı" diyor...

Görünüşe bakılırsa bu genç kız, müzik dünyasında adından yıllarca söz ettirecek... Nedersiniz?

23 Ağustos 2007 Perşembe

Anna Maria Jopek


2005 yılının Kasım ayında İş Sanat organizasyonuyla Türkiye'ye gelecek olan Polonyalı sanatçı Anna Maria Jopek, uzun yıllar şarkı söylemiş ve hala söylemekte olan bir babanın ve dansçı bir annenin kızı olarak 1970 yılında Varşova'da dünyaya geldi.

Müzik hayatına tüm zamanların en büyük bestecilerinden Frederic Chopin'in Varşova'daki Müzik Akademisi'nde başlayan Jopek, okulundan1994'te Wolfgang Amadeus Mozart'ın d-minör konçertosunu piyanoyla çalarak mezun oldu. Aynı yıl Witebsk'deki müzik festivalinde Michel Legrand ödülünü kazandı.

Takvimler 1996'yı gösterdiğinde sanatçı, ilk caz resitali için Varşova'daki Jazz Jamboree Festival'daydı. İzleyenlerin tepkisi mükemmeldi. Kağıt üzerindeki başarısı gecikmedi ve 1997 yılında önce dünyaca ünlü kayıt ve dağıtım şirketi Universal Music, sonrasında ise PolyGram Polonya ile sözleşme imzaladı.

Sözleşmenin ardından ilk albümü olan "Ale Jestem" ile profesyonel müzik piyasasına ilk adımını attı. 98'in başlarında "altın" satış rakamına ulaşan albüm, aynı yıl Polonya müzik endüstrisinin en önemli ödülü olarak kabul edilen "Fryderyk"e layık görüldü. Sonrasında çift albüm çalışması "Szeptem" raflardaki yerini aldı.

98'in baharında ilk çocuğunu doğurdu. Franek, Jopek'in yükselen kariyerinde bir şans yıldızıydı. Uluslararası Jazz Jamboree Festivali'nin 40. yılında Joe Lovano ile birlikte sahne aldı. Bir yıl sonra "Szeptem" ile platin albüm etiketinin sahibi oldu. 29 Mart 1999'da yeni albümü "Jasnoslyszenie" ile yeniden müzikseverlerle buluştu.

Aynı yıl Güney Kore'de Seoul Olimpiyat Konferansı'nda Polonya müziğini temsil etti. 2000 yılının baharında dünyaca ünlü film müziği bestecisi Wojciech Kilar ile birlikte çalıştı. Ford Coppola'nın "Drakula" ve Roman Polanski'nin "Dokuzuncu Kapı" filmlerinin de bestelerini yapan Kilar'ın yanısıra usta trompet sanatçısı Tomasz Stanko da Jopek'e eşlik eden isimlerden biri oldu.

Sonbahardaki büyük ilgi gören İsrail konserlerinin ardından Aralık ayında ikinci oğlunu dünyaya getirdi. Yeni binyılın ilk baharında grubuyla birlikte Berlin'deki Polonya Kültür Festivali'nde sahne aldı.

2002'de "Nienasycenie" müzik marketlerdeki yerini alırken bu çalışma ile altın, Pat Metheny ile birlikte kaydettiği "Upojenie" ile de platin albüm alma başarısına ulaştı.

Dünyaca ünlü Amerikalı caz gitaristi Pat Metheny, Anna Jopek'i şu sözleriyle tanımlıyor; "Anna daima özgün, daima farklıdır. Cesur, dürüst ve yeniliklere açıktır. Her zaman daha iyisi ve en iyisi için çabalar. Bu yönleriyle bana çok benzediğini düşündüğüm için onunla çalışmaya karar verdim. Çünkü onun hayatta kaygılandığı tek şey müzik! Tek şey..."

Anna Maria Jopek, Bir yıl sonra Almanya, İngiltere, Avusturya ve Amerika Birleşik Devletleri'ni kapsayan büyük bir turne organizasyonu düzenledi. Kendi müzisyenleri ve konuk sanatçısı Mino Cinelu ile canlı performans verdi.

Sanatçı, 2003 çıkışlı "Farat"ın ardından yine Universal etiketli son albümü Secret'ta yalnız İngilizce şarkılar seslendirdi. No Doubt grubunun klasikleşen "Don't Speak" adlı çalışmasını da yorumlayan Anna Maria Jopek, şarkıya kattığı caz motifleriyle No Doubt dinleyicilerinin de beğenisini topladı.

Anna Maria Jopek, kendisine en beğendiği sanatçılar sorulduğunda uzunca bir süre düşünüyor. "Bu soruya yanıt vermek hiç de kolay değil" diyor. Saymaya Diana Krall'dan başlıyor... Eva Cassidy, Ella Fitzgerald, Louis Armstrong, Frank Sinatra, Miles Davis, Bill Evans diye devam ediyor... Norah Jones'un sesinden etkilendiğini, klasik batı müziğinin dev bestecileri Mozart, Bach, Ravel ve Chopin'e hayran olduğunu söylüyor.

Jopek, hakim olduğu dinlendirici sesi ve kusursuz caz yorumuyla Polonya'nın müzik dünyasına kazandırdığı en büyük değerlerden biri olarak uzun yıllar adından söz ettirecek bir isim.

Anathema


Anathema, 1990 yazında heavy metal yapan bir beşli olarak "Pagan Angel" adıyla Liverpool merkezinde kuruldu. "Heavy doom"dan "death"e kayan bir tarza sahiptiler. 1990 yılında "An Iliad of Woes" adlı demoyu kaydettiler. 1991 yılında grubun adı Anathema (tanrının, İncil’in laneti) olarak değişti.

Bolt Thrower, Paradise Lost konserlerinde alt grup olarak çalarak kendilerine ait bir kitle oluşturmaya başladılar. Verilen konserler sayesinde Avrupa’da yavaş yavaş tanınmaya başlayan grup, birkaç aylık konser ve stüdyo çalışmasından sonra stüdyoya girerek "All Faith Is Lost"un kayıtlarına başladı. 1991 Temmuzunda çıkan demoya tepkiler çok iyiydi ve onlara ilk 7" anlaşmasını sağladı. "They Die" albümü, İsviçreli Witchunt Kayıt Şirketi tarafından piyasaya sunuldu ve ilk baskı hemen tükendi.

Bu başarının ardından Peaceville Kayıt Şirketi, grupla ilgilenmeye başladı. "Lovelorn Rhapsody" isimli şarkıları, Academystüdyosunda Peaceville’in yapacağı bir toplama albüm (Peaceville Vol.4) için kaydedildi. Bunun üzerine şirket, Anathema ile bir anlaşma imzaladı.

1992 Kasımında "The Crestfallen"’ın çıkışı ile grubun 4 albümlük anlaşması başlamış oldu. "Crestfallen", Academy stüdyolarında Hammy adlı bir prodüktör tarafından kaydedilmişti. Cannibal Corpse’un alt grubu olarak çıktıkları İngiltere turnesi, Anathema’nın iyi bir sahne grubu olduğunu göstermişti.

"Serenades" albümü de, Hammy yapımı olarak Academy stüdyolarında kaydedildi ve 93 Kasımında yayınlandı. Bu çalışma, piyasada büyük bir yankı uyandırdı ve bir çok olumlu tepkiyi beraberinde getirdi. Anathema, Kerrang Indie listelerine 2 numaradan girdi ve metal hammerda ayın albümü seçildi. "Sweet Tears" klibi, Mtv’de birçok kez yayınlandı ve albüm çalışması, ayın albümü adayları arasında yer buldu. İngiltere turnesini Avrupa’da bazı festival performansları izledi. Mtv Headbangers Ball’un Peaceville Kayıt Şirketi için hazırlanan bir bölümünde, At The Gates ve My Dying Bride ile birlikte çaldılar.

At The Gates ile çıktıkları turne, Anathema’nın, İngiltere’nin gelecekteki en güçlü rock gruplarından biri olacağı görüşünü ortaya koydu. 1994’ün Ocak ayında biten turnenin ardından Academy stüdyolarında "Pentecost III"ü kaydettiler. Bu albüm, onların melodik ’dark metal’de gerçek bir güç olmalarını sağladı.

Grup, "The Silent Enigma"yı kaydedinceye kadar Avrupa’da sürekli konserler verdi ve Noise Mathers, Headbangers Ball ve Brezilya Mtv’sinde kendisine yer buldu. "Silent Enigma", vokalist Darren White olmadan yapılan ilk albümdü. Gruptan ayrılan White’ın yerini gitarist Vincent aldı. Black Sabbath ve Pink Floyd’un kuzey doom (Paradise Lost ve My Dying Bride) tarzına uyumu "The Silent Enigma"yı doğurdu. Bu albüm, orkestral düzenlemeleri ile heavy metale değişik bir boyut kazandırdı. Anathema, Cathedral ve Paradise Lost ileturneye çıktıktan sonra 23 Ekim’de "The Silent Enigma"yı piyasaya sundu.

Grup, fazla vakit kaybetmeden Fon stüdyolarına girdi. Sheffield’daki bu stüdyoda 2 gün kaldılar ve memnun kalmadıkları için the Windings Stüdyosu’na geçtiler. Bir çiftlik içinde bulunan bu stüdyoda Tony Platt ile başlanan kayıtlar "Eternity" albümünü oluşturdu. Bayan vokalleri Michelle Dominion yaptı.

Albüm sonrası çıkılan uzun turnenin ardından 1998’de grubun kuruluşundan beri davulları çalan John Douglas ayrıldı ve yerine Soulstice davulcusu Shaun Steele geldi. Konserde session klavyeci olarak görev yapan Les de, Cradle of Filth’e transfer oldu. Yerine My Dying Bride kemancısı Martin Powell geldi. Aynı yıl "Alternative 4" piyasaya çıktı. Albümün sunuluşundan sonra basçı ve melankolik söz yazarı Duncan Peterson gruptan ayrıldı ve yerine Anathema ve My Dying Bride’ın albüm kapaklarını çizen Dave Pybus geldi.

Bu albümün ardından grubun Peaceville ile olan anlaşması bitti, peşlerinden koşan onca firmaya rağmen onlar Peaceville’in bir üst etiketi MFN ile anlaşarak herkesi şaşırttılar. Bu arda davulcu Shaun Steele gruptan ayrılarak yerini eski davulcu John Douglas’a bıraktı.

Yeni oluşan kadroyla grup, 99’da en karanlık albümlerinden olan "Judgement"ı çıkartarak müthiş bir başarı yakaladı. Çalışma, 20 ayrı dergide ayın albümü olarak gösterildi. Topluluğa Tiamat, Tristania, Moonspell gibi gruplarla turneye çıkma şansı verildi.

"Judgement" albümü Kit Woolven prodüktörlüğünde, Ventimiglia’da (İtalya) bulunan Damage Inc. stüdyolarında 3 ayda kaydedildi. (Grup elemanları kayıtlar sırasında uyuşturucu kullandıkları gerekçesiyle bir nezarette geçirdiler.) Albümün İngiltere dışında kaydedilmesinin sebebi, bu ülkedeki stüdyoların çok pahalı olması ve grup elemanlarının yalnız kalmak istemeleriydi.

"Eternity" albümünün turlarında grubun kalvyelerini çalan Les Smith’in 2001 yılı başında gruba katılmasıyla 2001 yazında Chapel’daki (İngiltere) Windings Stüdyoları’nda "A Fine Day Exit" kaydedilmeye başlandı. 1 Ocak’ta sunulan albümün yapımcılığını Nick Griffith yaptı.

Albüm kayıtlarının ardından Temmuz ayında Dave Pybus gruptan ayrıldı ve George Roberts gruba basçı olarak dahil oldu.

22 Ağustos 2007 Çarşamba

Anastacia


Anastacia Newkirk, 17 Eylül 1974’te New York City’de dünyaya geldi ve bir süre sonra annesiyle birlikte Chicago’da yaşamaya başladı. 13 yaşındayken bir bağırsak hastalığı olan krona yakalandı. Psikolojik sorunlara da sebep olan, duyguların, varolduğu şekilde dışa vurulmasını engelleyen bu hastalıkla savaşan Anastacia, yaşadıklarını, "Bu durumun sadece zararı değil, yararı da oldu. Gerçekten kim olduğumu keşfetmemi sağladı. Kron hastalığı, kendi öz duygularıma açılan bir pencere oldu. Onun sayesinde hayatın her anını daha dolu yaşamayı öğrendim." şeklinde yorumluyordu.

Yaşadığı zorluklar ve çıkardığı bu dersler, onu her alanda güçlendirdi. Gençlik öncesi dönemine kadar yaşadığı Chicago’dan 14’ünde ayrılarak Manhattan’ın batı bölgesine yerleşti. Catskills isimli bir otelde ve East Coast gece kulüpleri zincirinde şarkıcı olan babası ve Broadway müzikallerinde oyuncu olan annesi boşanmış olsa da, bunun olumsuz etkisi, ailesinin böylesine sanatla içiçe olmasının kazandırdıklarının yanında zedeleyici olmamıştı. Evlerindeki bu olumlu atmosfer, genç kızın sanata karşı olan hislerini güçlendirdi ve onu bir anlamda cesaretlendirmiş oldu.

Anastacia, Manhattan’daki Professional Children’s School’dan (Profesyonel Çocukların Okulu) mezun olduktan sonra annesiyle birlikte Barbra Streisand ve Elton John kayıtlarını seslendirdi. Ablası da dans müziğiyle ilgileniyor, New York Kulüp 1018’de zaman geçiriyordu. Genç kız, serbest tarzla ve house müziğiyle, onun sayesinde tanıştı. "Önce ne olduğunu tam olarak kestirememiştim. Ama daha sonra ritmik tarzıyla beni çok etkileyen bu müziğin duygularımı yönlendirdiğini hissettim. Aslında şu anki şarkı söyleme tarzımı da şekillendiren o oldu. Şarkılarım tıpkı danslarım gibi serbest. Onları müziğin beni götürdüğü yerde söylüyorum..."

Bu etkilenmenin ardından ilk hedefini, dansçı olarak ün yapmak olarak belirledi. Bir süre sonra "Club MTV"de, aralarında Salt-N-Pepa’nın "EverybodyGet Up" ve "Twist and Shout"unun da bulunduğu çeşitli kliplerde boy gösterdi. Ve Anastacia’nın da müzik dünyasına yaptığı giriş, alışılmış bir şekilde gerçekleşti. Gösteri sonrası, genç kızı dikkatle izleyen bir yapımcının sözleri yolunu açtı, ardından peşisıra gelen tekliflerle yolu belirginleşmeye başladı.

Anastacia, her zaman kendini gerçek bir sanatçı olmaya hazırlamıştı. Demo şarkıcısı veya arka vokalistlik ona göre değildi. Zaten üstün yetenekleriyle bu vasıflardan üstün olmayı hak edeceği günler çok yakınındaydı. Güçlü sesi ve yüksek performansıyla becerisini keşfedenleri yarı yolda bırakmayacak, herkesin güvenini kazanmayı başaracaktı.

Ve şöhretin kapısı, 27 Mart 2001’de tam olarak açıldı. Epic Kayıt Şirketi etiketiyle piyasaya sunulan ve Sony Music tarafından dağıtımı üstlenilen "Not That Kind", Anastacia’yı tüm dünyaya tanıtan albüm oldu. Şarkıların dışında, bilgisayarda gösterilebilen çoklu ortam (multimedya) içeriğine de sahip olan çalışmada çok sayıda yetenekli müzisyenin emeği vardı. Gitar ve klavyelerde Eric Kupper, gitarlarda Chris Goercke, Vernon Black, Rob Bailey, Careth Prosser, klavyelerde, davulda ve programda Louis Biancaniello, bassta Gary Haase, davullarda ve geri vokallerde Sam Watters, yine davullarda Richie Jones, Steve Wolfe, perküsyonda Luis Conte ve arkaplan vokallerde BeBe Winans, Audrey Wheeler, Craig Derry ve Nicky Richards, Anastacia’nın etkili sesine eşlik etti.

Yapımcılığını Ric Wake, Louis Biancaniello, Sam Watters, Evan Rogers ve Carl Sturken’in yaptığı "Not That Kind", 21. yüzyıl r&b tarzını yansıtıyordu. 13 şarkıdan oluşan albüm, müzikseverler tarafından büyük beğeniyle karşılandı. Anastacia şarkıları onlarca ülkede dinlenmeye başlamış, birçok müzik televizyonu genç şarkıcının video kliplerini listebaşı yapmıştı.

Bir süre sonra, 18 Haziran 2002’de yine Epic etiketiyle "Freak of Nature" albümünü çıkardı. Anastacia’yı yeni tanımaya başlayan müzikseverler, bu çalışmayla ilgilerini hayranlığa dönüştürdüler. Şarkıcı, onlarca prestijli televizyon programında ve sahne gösterisinde yer alarak ününe ün kattı ve şarkılarını en iyi şekilde tanıtmayı başarmış oldu. İlk tanıtım durağı ise dünyaca ünlü VH1 müzik televizyonunun düzenlediği ve genç şarkıcının Celine Dion ile düet yaptığı "VH1 Divas Las Vegas" etkinliğiydi.

"Freak of Nature", New York’taki Sony Müzik Stüdyoları’nda iki ayda kaydedildi. Albüm, Jennifer Lopez, Diana Ross, Celine Dion gibi isimlerin çalışmalarından hatırlayacağımız Grammy ödüllü yapımcı Rick Wake ile Anastacia’yı yeniden bir araya getirdi. Ayrıca ilk albümünde imzası bulunan Sam Watters ve Louis Biancaniello da "Freak of Nature"da emeği geçenler arasındaydı. Rick Wake, 12 şarkının 7’sinin yapımını üstlendi. ("Freak of Nature", "I Dreamed You", "Paid My Dues", "Over Due Goodbye", "How Come The World Won’t Stop", "Why’d You Lie To Me" ve "Secrets") Anastacia; bu albümde, yazar Billy Mann, Damon Sharpe ve Greg Lawson ile de birlikte çalıştı.

Ve 2003... Anastacia, 2003’e de hızlı girdi. Yılın en önemli filmlerinden biri olan Oscar adayı "Chicago"nun film müzikleri arasında Anastacia’nın "Love Is a Crime" adlı çalışması da yer aldı.

Genç şarkıcının aldığı sayısız ödül arasında; İtalya Müzik Ödülleri’nde "En İyi Kadın Sanatçı", Almanya’nın 2002 Bambi Ödülleri’nde "En İyi Uluslararası Pop Şarkıcısı", Hollanda’nın Edison Müzik Ödülleri’nde "En İyi Uluslararası Bayan Şarkıcı", 2001 World Music Awards’da (Dünya Müzik Ödülleri) "En İyi Uluslararası Yeni Sanatçı", Viva Comet 2002’de "En İyi Uluslararası Oyuncu" ve 2001 MTV Avrupa Müzik Ödülleri’nde "En İyi Kadın Pop Şarkıcısı" ünvanları bulunuyor. Ayrıca 2002 Fifa Dünya Kupası için düzenlediği "Boom" isimli parçayla iki de Brit ödülüne aday gösterildi Anastacia...

Ve küçük notlar... Anastacia’nın sırtında, sonsuz yaşamın simgesi anlamına gelen bir ’ankh’ işaretinin dövmesi bulunuyor. Ayrıca kendisine şans getirdiğini düşündüğükelebeklere büyük ilgi duyuyor. Bazı kıyafetlerinde ve birçok şarkısının sözünde bu sevimli, küçük yaratıklara rastlamak mümkün... Ve "Anastacia" ismi... Yunanca’da "Yeniden yükselecek kişi" anlamına geliyor... Genç şarkıcının, adı gibi daima yükseklerde olacağı kaçınılmaz... Tabii çizgisini ve özgün tarzını bu şekilde sürdürmeyi başarırsa...

Amy Winehouse


Soul, Caz ve R&B tarzlarının son dönemdeki dikkat çeken icracılarından şarkıcı ve şarkı yazarı Amy Jade Winehouse, 14 Eylül 1983 tarihinde Londra'nın Enfield bölgesinde dünyaya geldi.

Henüz 10 yaşındayken Sweet 'n Sour (Tatlı ve Ekşi) adlı küçük bir rap müzik grubu kurdu. 12 yaşına geldiğinde Sylvia Young Theatre School'a (Tiyatro Okulu) yazıldı, ancak uyum sağlayamadığı gerekçesiyle bir yıl sonra bu okuldan uzaklaştırılarak Croydon'daki Brit Okulu'na girdi.

13 yaşında ilk gitarına sahip oldu. Kendisini etkileyen isimler arasında Beastie Boys'dan Madonna'ya, Elvis Presley'den Sarah Vaughan'a kadar birçok isim vardı. Bu isimler dikkatle incelendiğinde, Winehouse'un; cazın kendine özgü niteliklerine ve özel duruşuna olan hayranlığının yanısıra, popüler müzikten de kopmak istemediği anlaşılıyor.

Amy, Soul müzik icracısı arkadaşı Tyler James'in desteğiyle profesyonelliğe ilk adımını 16 yaşındayken attı. Island/Universal kayıt şirketiyle ve Simon Fuller'in 19 Management adlı menajerlik ajansıyla sözleşme imzalayan genç şarkıcının ilk albümü, 20 Ekim 2003'te raflardaki yerini aldı.

İlk Albüm: "Frank"

Yapımcılığını; Fugees, Joss Stone, Nas ve Toni Braxton'dan da hatırlayacağımız Salaam Remi'nin üstlendiği ve caz etkilenmelerinin büyük ölçüde kendini gösterdiği "Frank" adlı ilk albümde yer alan tüm şarkıların yardımcı yazarlığında Winehouse'un imzası bulunuyordu.

Amy Winehouse, ilk albümüyle büyük beğeni topladı. Ülkesinin önemli müzik ödüllerinden BRIT Awards'ta "En İyi İngiliz Kadın Şarkıcı" ve "En İyi İngiliz Şehirli Hareketi" adayı olan şarkıcı, satış rakamlarıyla da platin statüsüne yükseldi. "Frank", İngiltere'de yılın en çok satılan 13., İrlanda'da 70., Jameika'da ise 89. albümü oldu. 2004 yılının sonlarına doğru, "Stronger Than Me" şarkısına yaptığı katkıyla Ivor Novello Şarkı Yazımı Yarışması'nda "En İyi Çağdaş Şarkı" ödülüne layık görülen Winehouse, Glastonbury ve V festivallerinde müzikseverlerle buluştu.

Amy, "Frank" albümünün çıkışının üzerinden kısa süre geçtikten sonra, her yaratıcı insanın söylediğine benzer şeyler söyleyerek yeni albümü için çalışmalarına başladı. "Şimdi 'Frank' kulağıma çok farklı geliyor. Onunla hala gurur duyuyorum, hala güzel bir albüm olduğunu düşünüyorum fakat bugünkü deneyimim ve bakış açım olsa, 'Frank' bambaşka bir albüm olurdu."

"Back to Black" ile Gelen Başarı

Amy Winehouse'u tüm dünyaya tanıtan ve listelerin zirvesine taşıyan albüm, "Back to Black" oldu. 30 Ekim 2006'da beğeniye sunulan çalışma, "Frank"in başarısını üçe katlayarak İngiliz müzik listelerinde zirveye yerleşti. Satış rakamlarında 3 platin statüsüne ulaşan "Back to Black", Danimarka listelerinde de birinci oldu ve 30.000'in üzerinde satıldı. Satış listelerine göre İrlanda'da 3., Amerika'da 6., İtalya'da ise 18. olma başarısını gösterdi.

"Back to Black"in üretim sürecinde Mark Ronson'dan ilham aldığını belirten Winehouse, "Frank"ten sonra 1.5 yıl boyunca hiç şarkı yazmadığını, Ronson ile tanıştıktan sonraki altı ayda ise "Back to Black"i bitirdiğini ifade ediyordu. 11 şarkıdan oluşan albümün yapımcılığını Salaam Remi ve Mark Ronson, yarı yarıya ortak olarak üstlenmişti.

Öte yandan "Back to Black"in son teklisi olan "Tears Dry On Their Own"un 13 Ağustos 2007 tarihinde çıkacağı duyuruldu.

Ödüller, Canlı Performanslar...

Amy Winehouse, "Frank" ile aday olduğu BRIT Ödülleri'nde mutlu sona 2007'de ulaştı. Şarkıcı, "Yılın En İyi İngiliz Kadın Şarkıcısı" ödülüne layık görüldü. "En İyi Popçu" kategorisinde South Bank Show Ödülü'nü ve aynı yılın 24 Mayıs günü, "Rehab" adlı şarkısıyla "En İyi Çağdaş Şarkı" kategorisinde Ivor Novello Ödülü'nü kazandı. Haziran'da İngiltere'de Glastonbury Festivali'nde sahne aldı, Elle Style Ödülleri'nde "En İyi İngiliz Müzisyen" seçildi.

Winehouse şarkılarından bazıları, ünlü şarkıcılar tarafından yorumlanarak yeniden düzenlendi. "Love is a Losing Game"i Prince, "Rehab"ı Justin Timberlake, Girls Aloud ve Paolo Nutini, albüme adını veren "Back to Black"i ise Rumble Strips yorumladı.

Amy Winehouse'un "You Know I'm No Good" ve "Wake Up Alone" adlı parçaları, sevilen televizyon dizisi Grey's Anatomy'de kullanıldı.

Amy Winehouse, özgün tarzı ve keyifli yorumuyla beğeni toplamaya devam ediyor. Genç şarkıcı, adını, müzik dünyasının unutulmazları arasına yazdırmaya kararlı görünüyor.

Alien Ant Farm


Yeni dönem rock gruplarından Alien Ant Farm, ortak bir kariyere sahip olan dört arkadaş tarafından 1996’da kuruldu. Grubun kadrosu, gitarda Terry Corso, vokalde Dryden Mitchell, davullarda Mike Cosgrove, ve basta Tye Zamora’dan oluşuyor.

"Alien Ant Farm" ismi, Corso’nun hayallerinden birinin sonucudur. Genç adam bir gün ofisinde otururken, "insanların yaratıklar tarafından yaratıldığı" hakkında düşüncelere kapılır. İnsanların karıncalara benzer bir şekilde ve karınca çiftliklerinde büyütüldüğünü hayal etmiştir. Düşüncelerini arkadaşlarına anlatır ve bu isim üzerinde karara varılır. Artık müzik dünyasında "Alien Ant Farm" (Yaratık Karınca Çiftliği) dönemi başlıyordu...

Grup üyeleri oldukça erken bir yaşta müzikle tanıştı. Mitchell, çoğunlukla gitar çalan babasından etkilenmişti. Cerso Kiss Records dinleyerek büyümüştü ve bir bant atölyesinde gitar ile bateri çalmayı ve şarkı sözü yazmayı öğrendi. Cosgrove çocukluğundan beri bateri çalmayı istemişti ve bunu en sonunda başardı. İlerleyen yaşlarında da bateri dersleri alarak kendini geliştirdi. Zamora’nın ilk enstrümanı bir gitardı. Zaten Zamora, Boston ve The Queens ile gitar çalma pratiği olan biriydi. Alien Ant Farm kısa bir sürede grubu oluşturdu. Hemen ardından yerel radyoların listelerine katılarak seslerini daha iyi duyurma imkanını elde etti.

Alien Ant Farm’ın 1999 daki sahneye ilk çıkış albümü, "Greatets Hits" olarak adlandırıldı ve bu albümle grup, oldukça iyi tepkiler alarak müzik dünyasına hızlı bir giriş yapmış oldu. Çeşitli küçük yarışmalara katılıp bir çok birincilik elde ettiler. Ayrıca ülkelerindeki bazı festivallerde de sahne aldılar. Albümleri, LA Müzik Ödülleri yarışmasında "Best Independent Albüm" (En İyi Bağımsız Albüm) ödülünü almaya hakkazandı. Alien Ant Farm, Papa Roach’la turnelere gitmeye başladı. Papa Roach, ünlü olduğu andan itibaren, Alien Ant Farm’ın adını ulaştığı her yere yaymaya başladı.

Sonunda grup, Papa Roach’un etiketi olan New Noize’un imzası ile etiketlendi. DreamWorks katkılarıyla Mart 2001’de, Alien Ant Farm "ANThology"yi yayınladı. Albümde, Michael Jackson’ın "Smooth Criminal" isimli şarkısına yer verildi ve bu, grubun en gözde cover çalışmalarından biri oldu. Sonrasında grup, gelecek için albümlerinde film müziklerine yer vermeyi de planladı. Bunlardan biri 2001 yılındaki "American Pie 2" oldu, 2002 yılında da "The Late Show"da boy gösterdiler. Böylece Alien Ant Farm Avrupa’daki müzisyenlere ulaşma şansını yakaladı.

Tarih 2002 yılının bahar aylarını gösterdiğinde grup, "Örümcek Adam"ın film müziklerinden birine imzasını atarak gördüğü ilgiyi ikiye katladı. "Bug Bytes" adlı şarkıyla ününe ün katan topluluk, birkaç gün sonra acı bir sürprizle karşılaşacaktı...

Alien Ant Farm grubu elemanları, otobüsle Lizbon’a doğru giderken ciddi bir trafik kazası geçirdi. Saat 02:20 sularında gerçekleşen kazada otobüs şöförü yaşamını yitirirken üyeler yaralı olarak hastaneye kaldırıldı. En ağır yaralı, boynu kırılan Mitchell oldu. Corso’nun ise sol bacak kemikleri kırıldı. Zamora’nın sağ ayak parmağı zedelenirken Cosgrove ise şans eseri kesikler ve sıyrıklarla kazadan kurtulmayı başardı. Uzunca bir iyileşme sürecinin ardından normal yaşamlarına geri döndüler.

Omurgası zedelenen Mitchell, bazı kalıcı sinir sıkışmaları nedeniyle zor günler geçirdi. Alışmanın kolay olmadığını, bu olayın kendisine ağır bir güneş yanığı hissi verdiğini ancak şikayet etmeyi de çok doğru bulmadığını söylemişti. Çünkü diğer iki alternatifin de telafisiz olacağınıbiliyordu; ’tekerlekli sandalye’ veya ’ölüm’!

Tüm albüm çalışmalarına ve turnelerine ara vermek zorunda kalan Alien Ant Farm, yaralarını önemli ölçüde sararak birkaç ay sonra yeniden bir araya geldi. Tarih 19 Ağustos 2003’ü gösterdiğinde grubun yepyeni albümü "truANT" raflardaki yerini aldı. Kolay akılda kalan melodileri, pop ve punk enerjisini tümüyle hissettiren ilginç ritmik değerleri ve tadımlık latin ezgileriyle oldukça kaliteli ve başarılı bir albüm olan "truANT"ta, ilişkilere dayandırılan, çaresizlik ve hüzün ihtiva eden şarkı sözleri yer alıyor. Bu durum, grubun içinde bulunduğu sıkıntılı dönemin de psikolojik bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Albümde öne çıkan şarkılar arasında, "Drifting Apart", "These Days", "Goodbye" ve "Rubber Mallet"ı saymak mümkün.

Albümün çıkışından bir süre sonra, 2003 sonbaharında, Alien Ant Farm, bazı konularda uzlaşamadığı gitarist Terry Corso ile yollarını ayırdı. Yeni kurulduğu günlerde grubun sözcüsü gibi görünen ve röportajlarda ön planda yer alan Corso, "Aslında biz sıradan insanlarız. Ama konu müziğe ve dinleyenlerimize geldiğinde her şeyi ikinci plana atar, onlar için en iyisini yapmaya çalışırız" diyordu. Ancak anlaşmazlıklar sonucu en önemli değerlerinden saydığı dinleyenlerini bırakıp gruptan ayrılmak zorunda kaldı. O dönemdeki turnelerde gitarlar Victor Camacho’ya emanet edildi.

Alanis Morissette


Alanis Morissette ’90’lı yılların en ani ve etkileyici çıkışlarından birinin sahibidir. Çocukluğunda kamera karşısına da geçmiş olan Morisette’ın müziğe ve değişime olan ilgisi onun başarısında büyük pay sahibidir. 1 Haziran 1974’te Ottawa Kanada’da doğan Alanis Morissette kendi tarzını, pop ritimleri ve hafif hip-hop havalarıyla süsleyerek üçüncü albümü "Jagged Little Pill" ile bir yıldız olmasını bildi. Liz Phair ve Tori Amos ile birlikte müziğe yeni bir soluk getirdiler.

Doğduğu ve büyüdüğü Kanada’da, gençliği boyunca piyano çaldı, şarkı sözleri yazdı. On yaşındayken, "You Can’t Do That" isimli bir çocuk programında rol almaya başladı. Programdan kazandığı parayı kullanarak bir 45’lik: "Fate Stay With Me"yi çıkardı. Televizyon işini bıraktıktan sonra, müziğe odaklandı ve ilk kontratına 14 yaşında MCA/Canada ile imzasını attı.1991’de Toronta’ya yerleşen sanatçının ilk albümü burada piyasaya sürüldü: "Alanis".

Kanada’da 100,000’i aşkın kadar satan ve kendisini "En Genç Yetenek" dalında Juno Ödülü’ne götüren "Alanis" pop-tabanlı dans ezgiler ve ağır ritimli parçalar içeriyordu. Ancak diğer ülkelerden albüme hiç ilgi gösterilmedi. 1992’de ilk albümüne benzeyen "Now Is The Time" piyasaya sürüldü. Daha önceki albümü gibi "Now Is The Time" da, her ne kadar "Alanis"in yarısı kadar satsa da Kanada’da büyük ilgi gördü. Bu albümden sonra Morissette 1994’ün başlarında Glen Ballard ile tanışacağı Los Angeles’a taşındı. Ballard daha önceleri Michael Jackson’ın hit parçası "Man In The Mirror"ı yazmış, Wilson Phillips’in ilk albümünün yapımcılığını üstlenmiş ve David Hasselhoff ile birlikte çalışmıştı. İkilinin tarzı pop olsa da, birlikte daha uç, alternatif rock’a daha yakın müzik yapmaya karar verdiler. Çalışmalarının sonunda Maverick Records’dan "Jagged Little Pill" ortaya çıktı.

"You Oughta Know" 45’liğinin etkisiyle "Jagged Little Pill" 1995 yazında çıkar çıkmaz büyük yankı uyandırdı. Çok geçmeden, MTV ve radyolarda en çok istenilen parçalardan oldu, böylece daha geniş kitlelerce de tanınan "You Oughta Know" İlk On’a kolayca girdi ve bir çok platin plak ödülü aldı. "Jagged Little Pill"deki ikinci ve üçüncü 45’likler "Hand in My Pocket" ve "All I Really Want"ın da yardımıyla albüm uzun süre listelerde kaldı. 1996’nın başlarında, altı Grammy’ye aday gösterildi. Kısa süre sonra dördüncü 45’liği ve en başarılı bulunan çalışması olan "Ironic"i çıkartan Alanis Morissette o yıl "Yılın Albümü" ve "Yılın Şarkısı" dallarını da kapsayan bir çok Grammy Ödülü’nün sahibi oldu.

1998 sonbaharında çıkardığı "Supposed Former Infatuation Junkie" ise yayınlanmasından çok önce, büyük yankı uyandırdı.

Diskografi

1999
Joining You (45’lik)
So Pure (Wea International) (45’lik)
Unsent(Wea International) (45’lik)

1998
Supposed Former Infatuation Junkie (LP)
All I Really Want (Wea International) (45’lik)
Singles Box (Wea International) (45’lik)
Thank U (Wea International) (45’lik)
You Oughta Know (Wea International) (45’lik)

1996
Head over Feat (Alex) (45’lik)
Ironic/Forgiven (Warner Brothers) (45’lik)
You Learn (Warner Brothers) (45’lik)

1995
Jagged Little Pill (45’lik)
Hand in My Pocket (Feedback) (45’lik)
Ironic/You Ought to Know (Maverick) (45’lik)

1995
Now Is The Time

1991
Alanis

Aerosmith


Aerosmith, hard rock ve heavy metalin ses ve tarzını kendi içerisinde çok iyi birleştirerek, ve sonraki yirmi yılda da blues’cu akımlarını koruyarak, günümüz müzik dünyasındaki en popüler hard rock gruplarından biri olmuştur. Boston’da bir araya gelen bu beşli, Rolling Stones’un haylaz müziği ile New York Dolls’un ucuz ve pis havasından etkilenmiştir, bu da onların o çok beğenilen, kirli, çekici, gevşek ama elmas kadar da sağlam tarzlarının ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Grup üyeleri örnek bir albüm çıkardılar o yıllarda. Gitarın piyanoya çok güzel ve etkileyici bir şekilde eşlik ettiği "Dream On" parçasını da içeren bu albüm müzikseverlere ve yapımcılara Aerosmith’in ne kadar iddialı olduğunu gösterdi. Hem yavaş şarkıların, hem de bol ritimli rock’n’roll şarkılarının üstesinden rahatlıkla geliyor olmaları onların ününü ’70lerin ortalarında iyice artırdı. O yıllarda bir dizi altın ve platin plak kazandılar...

’80li yıllara gelindiğinde ise müzikseverler gruptan yavaş yavaş soğumaya başladılar, bunun başlıca sebebi grup üyelerinin alkol ve uyuşturucu belasına kendilerini fazla kaptırmış olmalarıydı. Buna rağmen 1980’lerin sonuna doğru rock tarihinde en göze çarpan dönüşlerden birini gerçekleştirdiler. Elleri boş gelmemişlerdi, çıkardıkları albümlerle uzun süre listelerde zirvede kaldılar.

Aerosmith’deki ilk oluşum 1970’de, Steven Tyler’ın gitarist Joe Perry ile bir dondurma salonunda tanışmasıyla meydana geldi. Aslında davulcu olan Tyler ile Perry, yanlarına basçı Tom Hamilton’u da alarak bir üçlü kurmaya karar verdiler.

Çok geçmeden bu üçlü, dörtlü oldu; ikinci gitarı da Ray Tabano kullanmaya başladı... Ancak yine kısa bir süre sonra onun yerine Earth Inc.’in eski üyelerinden Brad Whitford geldi. Davulcu Joey Kramer’in de gruba dahil olmasıyla Tyler o kocaman ağzıyla sadece vokalistlik yapmaya başladı, Aerosmith de Boston’da 1970’in sonuna doğru kurulmuş oldu.

Massachusetts ve New York civarlarında barlarda müzik yapmaya henüz başlamışlardı ki topluluk 1972’de Columbia Records ile bir kontrat imzaladı. Grupla aynı ismi taşıyan bu ilk albümleri 1973’ün sonbaharında piyasaya çıktı ve listelerde 166.’lığa kadar tırmanabildi. Albümün ve grubun ilk single’ı "Dream On" ise 59. oldu. Sonraki yıllarda grup Amerika’yı turlayarak ve Kinks, Mahavishnu Orchestra, Sha Na Na, Mott The Hoople gibi çeşitli grupları destekleyerek bir hayran topluluğu oluşturdu. Topluluğun ikinci albümü "Get Your Wings" (1974) bu kararlı turnelerin da yardımıyla tam 86 listelerde hafta kaldı. Bu albüm ayrıca daha uzun yıllar birlikte iş yapacakları yapımcı Jack Douglas ile yapılan ilk çalışmaydı.




Aerosmith’in üçüncü albümü 1975’te geldi: "Toys In The Attic" Bu onları hem ticari hem de artistik açıdan düzlüğe çıkardı. Albümlerini çıkardıklarında müzikleri yavaş yavaş basit ve neredeyse vahşi, blues kökenli melodilerle desteklenen derli toplu bir hard rock haline gelmeye başlamıştı. Eleştirmenler onları "punk-rock"cı olarak nitelendiriyorlardı, sebebi de o zamanlar çoğunluğun aksine Aerosmith’in Led Zeppelin’e ya da karanlık ve gizemli Black Sabbath’a özenmemesiydi.

Müziklerini basit ancak sağlıklı bir temele oturtmanın yollarını arıyorlardı. Tyler’ın yazdığı sözlerdeki gizli espriler de onları hayranlarına daha da yaklaştırıyordu. "Toys In The Attic"in ilk single’ı "Sweet Emotion" kısa sürede İlk 40’ta on birinciliğe yükseldi. Bu başarı yapımcıları da harekete geçirdi ve sonuçta "Dream On" tekrar piyasaya sunuldu.

"Toys In The Attic" albümü Aerosmith’in eski albümlerinin de değerini artırırken listelerde uzun bir süre göze çarptı. Son single "Walk This Way" ise sonraki albümleri "Rocks"dan kısa bir süre önce yayımlandı. Single’ın gölgesinde kalan bu albüm çok geçmeden Aerosmith’e bir platin plak kazandırdı.

1977’nin başlarında Aerosmith bir mola aldı ve sonraki albümleri üzerine çalıştılar. Aynı yılın sonunda çıkan "Draw The Line" albümü de Amerika Listelerinde on birinci sıraya tırmanarak topluluğun ne kadar iddialı olduğunu gösterdi. Aerosmith daha sonra 1978’de çıktığı bir turnenin yanısıra "Come Together" isimli şarkılarını da seslendirdikleri Sgt. Pepper’in "Lonely Hearts Club Band" filminde de rol aldı. Bu parça daha sonra listelerde yirminciliğe kadar yükseldi.

Topluluk 1979’un sonunda, çalışmalarını daha önceden bitirdikleri albümleri "Night In The Ruts"i çıkardı. O sıralar Joe Perry, kendi ismini taşıyan grubu Joe Perry Project’i oluşturmak üzere gruptan ayrıldı. "Night In The Ruts" Aerosmith’in en az satan albümü olma özelliğini taşımaktadır. Brad Whitford da 1980’in başında, Ted Nugent ve gitarist Derek St. ile "Whitsford-St. Holmes Band"ı kurmak üzere gruptan ayrıldı.

Yeni gitaristler Jimmy Crespo ve Rick Dufay’ın da katılımlarıyla grup eski günleri hatırlamak üzere bir "En İyiler" albümü çıkardı, çıkar çıkmaz da altı milyondan fazla sattı. Yeni kadrosuyla Aerosmith 1982’de "Rock In a Hard Place"i piyasaya sürdü. Otuz ikinciliğe kadar yükselebilen bu albüm "Night In The Ruts"in yakaladığı başarıdan oldukça uzaktı.

Ancak sonraları Perry ve Whitford’un yuvaya dönmeleriyle yeni bir atak daha gerçekleştirildi: "Back In The Saddle" Turnesi. Turnenin ilk ayaklarından birinde Steven Tyler sahnede bayıldı, bu da grubun hala alkol ve uyuşturucuyla başının dertte olduğunun bir kanıtı olarak kafalara yerleşti.

Ertesi sene Aerosmith’in asıl kadrosuyla 1979’dan beri yaptığı ilk albüm "Done With Mirrors" geldi. Bu albümün bir özelliği de Aerosmith’in Geffen Records ile çalıştığı ilk albümü olmasıdır. "Rock In A Hard Place" kadar başarılı olmasa da Aerosmith hayranlarına grubun canlandığını müjdeliyordu.

"Done With Mirrors"un piyasaya sürülmesinden sonra Tyler ve Perry eski tempolarına kavuştular. İkili 1986’da Run D.M.C. ile birlikte "Walk This Way"i seslendirdiler. Klibi de çekilen bu parça bir anda listelerde tırmanmaya başladı ve MTV’nin listesinde dördüncü oldu. "Walk This Way" ile Aerosmith’in ünü pekişmiş oldu. Bruce Fairburn’ün yapımcılığını üstlendiği "Permanent Vacation"da (1987) Tyler ve Perry gerçek tempolarını yakalamış oldular... Ardından "Dude (Looks Like A Lady)", "Rag Doll" ve "Angel" geldi ki bu şarkılar büyük beğeni topladılar. "Permanent Vacation" listelerde on birinciliğe kadar çıktı ve üç milyon kadar sattı.

Sonrasında 1988 Kasım’ındaki "Gems" ve 1989 Eylül’ündeki "Pump" ile grubun son büyük bombaları geldi. Listelerde beşinciliğe ulaştı, dört milyon civarında sattı ve "Love In An Elevator", "Janie’s Got A Gun", ve "What It Takes" gibi şarkılar bu albümden geldi. 1993’te "Get A Grip" çıktı. "Permanent Vacation" ve "Pump" gibi, "Get A Grip" de Bruce Fairburn tarafından çıkarıldı ve profesyonel sanatçılarla birlikte çalışıldı. Önceki iki albüm kadar da başarılıydı. "Livin’ On The Edge" "Cryin’", ve "Amazing" hitleri bu albümlerindedir. Kontratları sonucunda oluşan toplama albümleri "Big Ones", Geffen’den çıkan en iyi şarkılarının içinde bulunduğu bir çalışmaydı. Kısa sürede iki adet platin plak alan albümü eleştirmenler ve grup hayranları da çok başarılı buldu.

’90ların başında, Geffen’le olan anlaşmaları bitmemesine rağmen Columbia Records ile bol sıfırlı bir kontrat imzaladılar. Ancak 1995’in başında, anlaşmanın imzalanmasından yaklaşık beş yıl sonra, yeni firmalarıyla çalışmaya başlayabildiler. Bu albümden sonra başları bir türlü beladan kurtulamadı: Gruptan ayrılmalar gerçekleşti, firmaları kontratı bitirmeyi bile düşündüler... Hal böyleyken stüdyoya girip kayıt yapmak hayli zorlaşmıştı... Tyler yeniden alkol ve uyuşturucuya kendini kaptırmıştı ki 1997 ilkbaharında "Nine Lives" ile kendilerini biraz olsun toparlayabildiler. Eleştirmenlerce pek de beğeniilmedi, ama buna rağmen listelere birinci sıradan girdi, sonra aşağılara kaydı. Canlı kayıt "A Little South Of Sanity"ise 1998’de çıktı.

Aerosmith hareketli tarzlarıyla, üyelerinin aykırı yaşamlarıyla sembolleşmeye aday, diri hard rock toplulukarından biridir. Bu yönleriyle yeni albümleri merakla bekleniyor...

Ace Of Base


Ace of Base, müzik dünyasına adımını "Tech Noir" ismiyle attı. İsminden de anlaşıldığı gibi grup, tekno ağırlıklı müzik yapıyordu. Bir değişime ihtiyaçları olduğunu kanısına vardılar ve 1990’da yepyeni bir tarz ve yepyeni bir isimle müzik dünyasına adeta başka bir kapıdan girdiler. Grup, yeni pop ağırlıklı tarzıyla çalışmalara başladı. Kurulmasından sonra geçen 2 senelik sürede yaptıkları çalışmaların sonucunda 1992’de çıkardıkları ilk albümleri "Happy Nation"’ın 21 milyon satması ile Guiness Rekorlar Kitabı’na girmeye hak kazandılar. Guiness, Ace of Base’in ilk albümü olan Happy Nation’ı "En çok satan çıkış albümü" olarak duyurdu ve bu başarı kayıtlara geçirildi. Henüz ilk albümle gelen bu İnanılmaz başarı, Ace of Base’in önünü açmıştı. Artık Ace of Base, dünyaca ünlü bir gruptu.

Ace of Base, büyük başarı gösteren Happy Nationalbümünün ardından "Wheel of Fortune" single’ıyla bir kez daha büyük başarı sağladı. Wheel of Fortune, çıktığı hafta listebaşı oldu. Müzik dünyasında önemli yeri olan bazı listelerde 1. ve 2. parçalar Ace of Base’den çıktı. Listenin en iyi iki parçasının Ace of Base’den çıkması, gerçekten gurur vericiydi. Grup üstüste gelen bu başarılar üzerine durmadı ve çalışmalarını hızlandırarak sürdürdü. 1993’de çıkan "The Sign" albümünün ardından 2 sene boyunca çalışmalar sürdü. Bu iki sene içinde herhangi bir albüm çıkarmayan grup, 1995’de "The Bridge" ile sevenlerinin karşısına çıktı.

Avrupa’da ve dünyanın çeşitli kentlerinde büyük başarılar sağlayan Ace of Base, ülkesi İsveç’te de ilgiyle izleniyordu. İsveç Prensesi Victoria, doğum gününde gruptan bir konser vermesini istedi. Bunun üzerine Ace of Base, prensese ve tam 6.000 izleyiciye 40 dakika süren unutulmaz bir müzik ziyafeti yaşattı.

Dünyanın en iyi pop müzik gruplarından biri olarak gösterilen Ace of Base grubu, "The Bridge"in ardından 1998’de "Flowers" ve "Cruel Summer" albümleriyle bir kez daha sevenlerinin karşısına çıktı. "Cruel Summer" albümünde enstrümental açıdan farklılıklar bulunuyor. Telli çalgıları daha ön planda kullanan grup, bu albümler ile de büyük başarılar hedefliyor.

Abigor

Abigor, 1993 ortalarında P.K. ve T.T. tarafından kurulduktan sonra "Tharen" olarak bilinen vokalist "Rune" guruba dahil olur. Aynı yıl, ilk iki demoları "Ash Nazgh" ve "Lux Devicta Est"i kaydederler. Şubat 1994’te "Promo Tape II/94" ve Mart ayında son demoları olan "Moonrise"ı çıkartırlar. "Moonrise"ın kaydından sonra Tharen gruptan ayrılır ve yerine Silenous dahil olur. Silenous vokale geçtikten sonra "Hate & Sin" adında bir demo daha çıkarırlar ve daha sonra Napalm Records ile anlaşmaya varırlar.

Haziran 94’te Abigor, ilk albümü "Verwüstung / Invoke The Dark Age" ile black metal sahnesinde adını duyurmaya başlar. Kasım 1994’te konsept albümleri "Orkblut - The Retaliation" kaydedilir. Bir yıl sonra ise "Shadowlord" isimli eski demolarından birinde yeralan şarkıyı Napalm Records’un toplama albümlerinden olan "With Us Or Against Us Vol.1" ("Bizimle ya da Bize Karşı") için tekrar kaydederler. 1995 ilkbaharında Abigor elemanları, "Nachthymnen (From The Twilight Kingdom)" isimli albümlerini kaydetmek için tekrar stüdyoya girerler. Bu albüm grubun gerçek kapasitesini gösterdiği ve en karanlık atmosferin yansıtıldığı çalışma olarak nitelendirilir. Aynı yılın Kasım ayında "Opus IV"ün ilk bölümü olan "Horns Lurk Beyond The Stars"ın kayıtlarına başlanır. Mayıs 1996’da "Blut Aus Aeonen", "Opus IV" ün ikinci bölümüde kaydedilir ve sonuç olarak "Opus IV", aynı yılın Temmuz ayında piyasaya sürülür.

Bu albümle Abigor bir adım daha ileri gitmiştir. Gelişimini, daha agresif ve teknik yapıdaki albümleriyle sürdürecektir. 1997 Haziranında "Apokalypse" kaydedilir. İki günde tamamlanan kayıtlar sonucunda bu albüm, Abigor’un black metal felsefesine bağlı kaldığı en sert albümlerden biri olmuştur. Kasım 1997 ve Haziran 1998 tarihleri arasında "Supreme Immortal Art" kaydedilir. Albüme gösterilen yoğun ilgiden dolayı bir süre sonra "Structures Of Immortality" adıyla 500 kopya hazırlanır.

1998’deki son çalışmaları, eski demolarındaki parçaları içeren bir albüm olmuştur. "Kingdom Of Darkness", "Eye To Eye At Armageddon", "Diabolic Unity", "Midwintertears" gibi çalışmaların yer aldığı albüm, Napalm etiketiyle sunulmuş ve bu çalışmayı, 1999 Martında gelen "Channeling The Quintessence Of Satan" izlemiştir. Kayıt döneminde Silenius kişisel sorunları yüzünden gruptan ayrılır ve vokalist olarak gruba Thurisaz dahil olur. Yeni albüm 17 Mayıs 1999’da aynı şirketten piyasaya sürülür. Abigor, tarzını ve benliğini korumayı başarmıştır. 8 Mayıs 1999’da Dwell Records için Slayer’dan "Crionics" ve bir süre sonra Kreator’dan "Terrible Certainty" adlı parçalar için cover çalışması yaparlar.

2000 yılının Nisan ayında Napalm Records’la yeniden anlaşılır ve "Satanized" isimli albümün çalışmalarına başlanır. Bir ay sonra T.T. kişisel problamleri vediğer grup elemanlarıyla anlaşamaması nedeniyle gruptan ayrılır ve yerine Avusturya’da başarılı işler çıkaran davulcu Moritz Neuner gelir. Aynı yılın Ağustos ayında, "Shadowlord" ve "Crimson Horizons" adlı iki cover parça içeren "In Memory" isimli MCD çıkar. Albümde ayrıca stüdyo düzenlemesi olan "Verwüstung" yer alır. Ve Kasım 2000’de "Satanized (A Journey Through Cosmic Infinity)" Tonstudio Hörnix’de kaydedilerek Mart 2001’de piyasaya sürülür.

Abba


bba’nın öyküsü Haziran 1966’da Björn Ulvaeus (1945 doğumlu) Benny Andersson’la (1946 doğumlu) tanıştığında başladı. Björn, dönemin popüler halk müziği topluluklarından Hootenanny Şarkıcıları’na üyeyken, Benny de İsveç’in en iyi pop grubu "The Hep Stars"da piyano çalıyordu. Çift, ilk şarkılarını bu yıldan sonra yazdı ve on yılın ardından ortak bir grup kurmaya karar verdi. Bu sırada, Benny, The Hep Stars’dan ayrıldı, Hootenanny Şarkıcıları ise sadece stüdyoda bulunuyorlardı. Hootenanny Şarkıcıları topluluğu, Stig Anderson’a (1931-1997) yani Abba’nın menajerine aitti. Aynı zamanda Stig, grubun ilk yılında onlara şarkı sözü konusunda da katkıda bulundu.

1969 ilkbaharında, Björn ve Benny, iki kadınla tanıştılar. Abba’nın diğer yarısını oluşturacak olan iki kadınla... 1950 doğumlu olan Agnetha Fältskog, ilk single’ını 1967’de piyasaya sürdüğünde büyük ilgi görmüştü. O ve Björn, 1971’de evlendiler.

"Frida" adıyla tanınan 1945 doğumlu Anni-Frid Lyngstad, doğduğu Norveç’ten küçük yaşta İsveç’e taşındı. Björn, Benny, Agnetha ve Frida, enstrümental ve vokal fon müziğinin yanısıra kendi yaptıkları solo ve düet çalışmalarla grup kariyerlerine başladılar. 1972 yılının ilkbaharında "People Need Love" kırkbeşliğini kaydettiler. Bu sırada kendilerini Björn & Benny, Agnetha & Anni Frid olarak adlandırıyorlardı. 1973’te İsveç’i, Eurovision Şarkı Yarışması’nda "Ring Ring" adlı parçayla temsil ettiler ve üçüncülük ödülünü kazandılar. Bu şarkı ve aynı adı taşıyan albüm, dörtlüyü, İsveç’teki tüm müzik listelerinin zirvesine oturtmuştu.

"Ring Ring", birkaç Avrupa ülkesinde hit haline geldi. Grup 1974 yılında "Waterloo" ile tekrar seçmelere katıldı. Bu sırada gruba, isimlerinin baş harflerinden oluşan Abba adını verdiler.

6 Nisan 1974’teki Eurovision Şarkı Yarışması’nda Abba "Waterloo" ile yarışmanın birincisi oldu ve büyük sükse yaptı. Bu zaferin ardından şarkı, tüm Avrupa ülkelerinin listelerinde zirvenin güçlü ortakları arasına girdi, kısa sürede Amerika müzik piyasasında da adını duyurmayı başardı.

Abba, "Sos" adlı üçüncü albümüyle ününe ün kattı. "Mamma Mia" adlı parça, Abba’yı İngiltere ve Avustralya listelerinin zirvesine yerleştirdi.

Ve Abba’yı Abba yapan 1976 yılı... "Greatest Hits" ve "The Best of Abba Repectively", İngiltere ve Avustralya’da piyasaya sürüldü. Tüm dünyada büyük ilgi gören "Fernando" ve "Dancing Queen" gibi single çalışmaları, kısa süre sonra klasikler arasına girecek ve Abba adını ölümsüzleştirecekti. Tabii başarı, her zamanki gibi basamaklarla geliyordu. "Dancing Queen" önce, İngiltere listelerinde bir numaraya yükselen ilk Abba şarkısı oldu. İlgi gün geçtikçe büyüyor, grup müthiş bir motivasyonla yoluna devam ediyordu.

Yıl sonunda dördüncü albümleri olan "Arrival"ı piyasaya sürdüler. "Money Money Money" ve "Knowing Me, Knowing You" başta olmak üzere tüm parçalar büyük beğeni kazandı. Ardından 1977 yılının başlarında düzenlenen Avrupa ve Avustralya konserleriyle kendilerini gösterdiler ve sahne performanslarıyla da olumlu not aldılar. Yıl sonunda Abba için bir film çevrildi. Filmin yönetmeni olan Lasse Hallström’e, senaryoda Robert Caswell eşlik etmişti. Grup elemanlarının dışındaki başlıca oyuncular arasında Robert Hughes, Torn Oliver, Bruce Barry ve Stikkan Andersson bulunuyordu. Filmin vizyona girişini, "The Album" isimli yeni albüm çalışmasının müzikseverlere sunulması izledi. "The Album", grubu bugünlere getiren klasiklerden "The Name of The Game" ve "Take a Chance On Me"yi de içeriyordu.

1979 baharında "Voulez-Vous" albümü raflardaki yerini aldı. "Summer Night City" ve "Chiquitita"nın kaydedildiği dönemde Björn ve Agnetha, boşandıklarını açıkladılar. Bu şaşırtıcı haber, ilk duyulduğunda grubun bitişi olarak nitelendirilse de beklendiği gibi olmadı. Ancak ikilinin, ’müzik yapan mutlu bir çift’ imajı önemli ölçüde sarsılmıştı.

Bu yılın son çeyreğine girilirken "Gimme! Gimme! Gimme! (A Man After Midnight)" adlı single çalışma piyasaya sürüldü. Sonrasında yola, Kanada ve Avrupa konserleriyle devam edildi. Abba’nın en çok beğenilen parçalarını içeren toplama albümün ikincisi, "Greatest Hits Vol. 2" de, aynı tarihte uluslararası başarıyı yakaladı.

1980 yılının Mart ayında Abba, Japonya’da bir konser verdi. Birkaç ay sonra, kısa sürede klasikler arasındaki yerini alan "The Winner Takes It All"u da içeren "Super Trouper" adlı albüm beğeniye sunuldu. Grup içindeki çalkantı, 81 yılının Şubat ayında yeniden kendini gösterdi, Benny ve Frida çifti deilişkilerini yürütemeyerek boşanma kararı aldı. 70’lerdeki o iki mutlu çift, artık ayrıydı...

Ancak bu da Abba’nın çalışmalarına son vermedi. Dört sanatçı, yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen dostluklarını sürdürdüler. Yıl sonunda Abba’nın sekizinci albümü olan "The Visitors" piyasaya sürüldü. Öne çıkan parçaların başında "One of Us" geliyordu.

1982’de grup dışı çalışmalara başladılar. Björn ve Benny çeşitli müzikal denemelere yönelirken Agnetha ve Frida da solo kariyerlerini sürdürdüler. Bu dönemde çıkan tek iş olan "Abba LP", grubun, ilk on yılında kaydettiği en iyi şarkıları içeren bir toplama albüm niteliği taşıyordu. Albümde ayrıca iki de yeni parça bulunmaktaydı.

Aynı yılın sonunda Abba, müzikal çalışmalarını bir süreliğine askıya alma kararı aldı ve dinlenmeye çekildi. Birkaç yıl sonra yeniden bir araya gelseler de kayıt yapmadan ayrılarak Abba’nın aktif yaşamına son vermiş oldular.

Tüm olumsuzluklara rağmen Abba, yaptığı müzikle tüm zamanların en iyi grupları arasında yer alma başarısını gösterdi. Onlarca ülkede milyonlarca müziksever, Abba’nın şarkılarıyla büyüdü, Abba’nın şarkılarıyla yaşadı... Ayrılıkla biten hikaye ve karanlık gibi görünen son, aslında ışıltılı bir başlangıçtı. Abba yıllar geçtikçe güçlendi; toplama albümlerden müzikallere, cover çalışmalarından ünlü sanatçıların teşekkür parçalarına kadar çok sayıda işin ithaf edildiği grubun, müzik tarihinin ölümsüzleri arasındaki yeri defalarca kanıtlanmış oldu.

1992’de sunulan "Abba Gold", büyük ilgi gördü ve 25 milyonluk satış rakamına ulaştı. 1993’te "More Abba Gold" ile devam eden serinin üçüncü albümü "The Box Set: Thank You For The Music" oldu. Sonrasında gelen ve çeşitli kayıt şirketleri tarafından düzenlenen bir dizi toplamayı 2003’ün başlarında Universal Special Products etiketiyle sunulan "On and On" izledi. Abba, müzikal yolculuğunu dünya var oldukça sürdürecek ve milyonlara ulaşmaya devam edecek.

Tv İzle